Hiç ayrılmasak ve ben yazmasam, sen ağlamasan; bitse de masal.
Gittin
yanımda ellerini unutup, gittin beni masallarla uyutup, gittin
sensizliğin sessizliğiyle avutup… Hiç ayrılmasak diyordum, sen
ağlamasan, ben yazmasam, bitse de masal…
Şimdi
ben gündüz vakti yanık unutulmuş bir sokak lambası yalnızlığıyla
üşüyorum. Şimdi ben her gece ıslak uçurumların kenarından simsiyah bir
boşluğa düşüyorum. Ki uçurumlar, bilirsin bire bin katar haykırışlarda,
buna rağmen ulaşamazsa sana sesim, bil ki kesilmiştir artık nefesim.
Ayrılmasak
diyorum; yorulmasa dağlar yükümü taşımaktan. Ayrılmasak diyorum,
solmasa pencereler nefesimin buharını solumaktan. Ayrılmasak diyorum;
sen küssen, ben sussam üç vakte kadar…
Seni
sevmek başka nefretleri peşinen kabul etmek demekti. Ayrılmak ise,
sinsi gözlerin zımni hasetleriyle her gün yüzleşmek demek. Senle olmanın
nefretine katlanmayı, sensizliğin zifiri karanlığına tercih ediyor
olmam çok mu abes Süreyya?
Diyorum ya ayrılmasak?
Yüzünün
neşesi düşmüştü yüzümün üstüne, hüznün gölgesi düştü gözümün üstüne.
Şimdi ben böyle, senin kutsi nefesinden fersah fersah ötede, isyan
etmeyip de ne yapayım peki söyle? En baştan demedim mi; hiç ayrılmasak
ben haykırmasam!
Anlımda
senden kalma minnet izleri, yastığımda düşlerimden düşen senin
sözlerin. Belki bilmiyorsun ama tavan çatlaklarından senin kelimelerin
sökün ediyor üzerime üzerime. Öyle bir vird-i zebun ki, koca Yavuz
misali dile getirir ben gibi biçareyi:
Şîrler pençe-i kahrımda olurken lerzân/ Beni bir gözleri âhûya zebûn etti felek…
Ben pişman, ben cezalı, ben mahcup, hepsi kabul; biz ayrılmasak tek!
Hiç ayrılmasak ve ben yazmasam, sen ağlamasan bitse de masal.
Bitimsiz
uzuyordu parmakların… Bildiğim en iyi müsekkin sendin, parmakların
ruhları teskin edici tek ilaç. Hatırla kaç kez uçlarındaki sihri
yakalamıştım da, ‘sus’ işareti yapıp, ruhanileri rahatsız etmekten
endişe edercesine saçlarıma daldırırdın onları. Ve sen hala ayrılıktan
bahsediyorsan bana, söyle o zaman, kim dinginleştirecek hoyrat ruhumu,
kim ehlileştirecek geceleri uykumu?
Israr ediyorum; hiç ayrılmasak, hiç uyanmasak!
Israr ediyorum; hiç ayrılmasak, hiç uyanmasak!
Şunu
söylediğini hatırlıyor musun? ‘Mucize, eğer sen inanıyorsan vardır?’
Bir çırpıda mucizevî bir şekilde her şeyi bir şeye dönüştürdün.
Bir
kelebek hüznüyle karşıladım baharı… Vuslat başlarken henüz, firak
karşımdaydı. Biliyordum ki, kavuşmak, ayrılığa atılan ilk adımdı…
Yumuşacık kanatlarımla delip mermerden kozayı, tam soluklarken kendi
baharımı, diyorum ki ayrılmasak! Ben uçmasam, sen hıçkırmasan!
Bu
kadar yalvardım, bunca dile geldi satırlarım, kelimelerim bir dilenci
mahzuniyetiyle talep etti senden mesafesizliği… Sen, vicdanı bir örümcek
ağı narinliğinde olan; sen, merhameti bir ipekböceği hassasiyetinde
olan ve sen, daha dokunmadan ağlayan… Hiç ayrılmasan, ayrılmasam…
Hiç ayrılmasak ve ben yazmasam, sen ağlamasan bitse de masal.
Ayrılmasak…
( biliyorum bu kadar ii yazamam, elbette ben yazmadım :)
şu linkten alıntıdır : http://mevzi.blogspot.com/2011/04/hic-ayrlmasak.html )
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder