4 Haziran 2012 Pazartesi

Hiç Ayrılmasak



Hiç ayrılmasak ve ben yazmasam, sen ağlamasan; bitse de masal.

Gittin yanımda ellerini unutup, gittin beni masallarla uyutup, gittin sensizliğin sessizliğiyle avutup… Hiç ayrılmasak diyordum, sen ağlamasan, ben yazmasam, bitse de masal…

Şimdi ben gündüz vakti yanık unutulmuş bir sokak lambası yalnızlığıyla üşüyorum. Şimdi ben her gece ıslak uçurumların kenarından simsiyah bir boşluğa düşüyorum. Ki uçurumlar, bilirsin bire bin katar haykırışlarda, buna rağmen ulaşamazsa sana sesim, bil ki kesilmiştir artık nefesim.

Ayrılmasak diyorum; yorulmasa dağlar yükümü taşımaktan. Ayrılmasak diyorum, solmasa pencereler nefesimin buharını solumaktan.  Ayrılmasak diyorum; sen küssen, ben sussam üç vakte kadar…

Seni sevmek başka nefretleri peşinen kabul etmek demekti. Ayrılmak ise, sinsi gözlerin zımni hasetleriyle her gün yüzleşmek demek. Senle olmanın nefretine katlanmayı, sensizliğin zifiri karanlığına tercih ediyor olmam çok mu abes Süreyya?

Diyorum ya ayrılmasak?

Yüzünün neşesi düşmüştü yüzümün üstüne, hüznün gölgesi düştü gözümün üstüne. Şimdi ben böyle, senin kutsi nefesinden fersah fersah ötede, isyan etmeyip de ne yapayım peki söyle? En baştan demedim mi; hiç ayrılmasak ben haykırmasam!

Anlımda senden kalma minnet izleri, yastığımda düşlerimden düşen senin sözlerin. Belki bilmiyorsun ama tavan çatlaklarından senin kelimelerin sökün ediyor üzerime üzerime. Öyle bir vird-i zebun ki, koca Yavuz misali dile getirir ben gibi biçareyi:

Şîrler pençe-i kahrımda olurken lerzân/ Beni bir gözleri âhûya zebûn etti felek…

Ben pişman, ben cezalı, ben mahcup, hepsi kabul; biz ayrılmasak tek!

Hiç ayrılmasak ve ben yazmasam, sen ağlamasan bitse de masal.

Bitimsiz uzuyordu parmakların… Bildiğim en iyi müsekkin sendin, parmakların ruhları teskin edici tek ilaç. Hatırla kaç kez uçlarındaki sihri yakalamıştım da, ‘sus’ işareti yapıp, ruhanileri rahatsız etmekten endişe edercesine saçlarıma daldırırdın onları. Ve sen hala ayrılıktan bahsediyorsan bana, söyle o zaman, kim dinginleştirecek hoyrat ruhumu, kim ehlileştirecek geceleri uykumu? 


Israr ediyorum; hiç ayrılmasak, hiç uyanmasak!

Şunu söylediğini hatırlıyor musun? ‘Mucize, eğer sen inanıyorsan vardır?’ Bir çırpıda mucizevî bir şekilde her şeyi bir şeye dönüştürdün.

Bir kelebek hüznüyle karşıladım baharı… Vuslat başlarken henüz, firak karşımdaydı. Biliyordum ki, kavuşmak, ayrılığa atılan ilk adımdı…  Yumuşacık kanatlarımla delip mermerden kozayı, tam soluklarken kendi baharımı, diyorum ki ayrılmasak! Ben uçmasam, sen hıçkırmasan!

Bu kadar yalvardım, bunca dile geldi satırlarım, kelimelerim bir dilenci mahzuniyetiyle talep etti senden mesafesizliği… Sen, vicdanı bir örümcek ağı narinliğinde olan; sen, merhameti bir ipekböceği hassasiyetinde olan ve sen, daha dokunmadan ağlayan… Hiç ayrılmasan, ayrılmasam…

Hiç ayrılmasak ve ben yazmasam, sen ağlamasan bitse de masal.

Ayrılmasak…

( biliyorum bu kadar ii yazamam, elbette ben yazmadım :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder