21 Eylül 2011 Çarşamba

Bazen küçücük bir şey, insanın yıllarca görmediği, görmek istemediği,görmezden geldiği, belki ertelediği şeyi gösteriverir insana..Kin, hınç,nefret,hasetlik o küçücük şeyle dağılıverir meydana ve ne kadar uğraşsanda artık o pislik öyle bir yayılmıştır ki,  temizleyemezsin..Vee o küçücük şey öyle bir perde kaldırmıştır ki,  gayibten insanı haberdar ediverir birden..Ben bunu yaşadım o küçücük demde..

15 Haziran 2011 Çarşamba

Yalnızlık bir kamçı şaklayışı şakaklarımızda ve biz kalabalıklarda binlerce çift göz arasında bile yalnızız..




Marazi şairin parmakları arasına sıkıştırdığı ilkbahar yaprağını okşarken girdiği cinnet mustatilinden haykırdığı gibi; 'Tepesini delip de dünyanın içine konulsa dinamit, biz yine yalnız ölürüz..'


Ve yalnız yürürüz boş sahillerde...


Ana rahminden başlar kimsesizliğimiz ve kalabalıklarda yüzlerce kahkaha arasında bile sessizdir çığlığımız. Şiir ile yıkarız yalın ruhumuzu, dimağlarımıza kimsesizliğin hüznü yağar ak ak. Atlastan elbiseler içinde kıtalara hükmeden kralın yalnızlığı hüzünlendirir saray soytarılarını ve biz en çok yalnızlık öyküleriyle duygulanırız..


Genç Werter'in şakağına dayadığı piştol, evli Emma'nin dudaklarındaki arsenik koparır mı yalnızlıkla arasındaki göbek kordonunu?




Hep kimsesizler takılır içinden güvercin fışkıran kuyu bakışlarımıza.. Hep çıkışsızların portresi yer tutar belleklerimizde.. Siliksizleşme, kimliksizleşme sarsar bizi farkına varmadan ve biz bilmeden geceyi yalnızlıkla örtüştürür, karanlığı sereriz yalnızlığımızın üstüne.




Korkutur bazen bizi..




Müziksiz, portresiz, manzarasız, çerçevesiz kalırız. Yapayalnızlık budur belki de. Dinleyecek müziği, bakacak bir yüzü, efkarlanacak sonbaharı yoktur gözlerimizin.. Islıktır yalnızlığın müziği, geceye, mezartaşlarına ve boşluğa çalınan ıslık. Ufkun üzerinden başları göğe değen atlıların geçtiği denizle birleştiği yerde, suya gömülen bordo güneşlerden başka manzaramız yoktur. Yağmur bizi ıslatmaz, kar heyecanlandırmaz, rüzgar uçurmaz saçaklarımızı.


Gün ortasında yanık unutulmuş bir sokak lambası gibiyizdir.. Kurumuş gözyaşının lekelediği rujlu bir genç kız mendili gibi gizliyizdir mazinin tozlu çekmecesinde. Trende unutulmuş, pörsümüş bir gazete parşömeni. Haykırışlarımız içimize yönelmiştir, mektuplarımızın alıcısı yine biziz. Ve biz, kendimize postaladığımız her zarfı, açıp açıp tekrar okuruz. Okudukça yalnızlaşır, yalnızlaştıkça tekrar okur ve tekrar yazarız..


Şair neden kızmış ki şemsiye yapanlara? Niye tek kişilik olur şemsiyeler? Yağmurdan kaçmak ihanetin kendisiyken, toplu ihanetler için sığınaklar yapılmamasını kınamak dokunmaz mı şairin ruhuna?


Yağmur en çok yalnızları ıslatmaz ki..


Yağmur yalnızlarındır, yağmur yalnızlıktır, kimsesizlik.. Ve her damlayı indiren melek, tekrar geri dönmez toprağa! Horozlar da bizim için çekmez güneşin çıkrığını.. Yatakların ortasındaki ılık çukurlar bizim için değildir. Bazen epikleştiririz içine rüzgar dolmayan duygularımızı.. Hoyrat bir nefesin sürüklediği günbatımına giderken bedenimiz, biz tiradlar yakarız kimsesizliğe dair. Aynaların dostluğunu da reddeder bir süre sonra ve şair bir cana hasret, konuşurken aynalarla bilemez üst katındaki yapayalnızlığı.


Titrek bir mum alevi gibidir yalnız ruhumuz.. Gölgeleri devleştirir, insanları cüce.. ve biz içimizde annemizin dizi, başımızı rahim kokan kucaklara dayarız.. Mecnun'un en mutlu anını tasarlarız sonra. Çöl müdür sevgili, tepesinde yıldızların sönükleştiği leyla mı? Öykü neden biter tenine dokununca sevgilinin? Tarih neden kapatır sayfalarını kavuşmaya?


Dokunduğumuz omuzlar yabancıdır artık, yanaklarımızı ıslatan tuzlu yaşlar tatsızdır. Okşadığımız saçlar aynadan kendi omuzlarımıza düşer. Okumayı öğreniriz rüzgarın dilini. Sır vermez oysa kalabalıkken ruhumuz. Bir avuç bulut koparırken göklerden aşıklar, bize hüzün besteler mavi sular. Süpürülen sonbahar yaprakları batar kalbimize, nefeslerin buharlaştırdığı silinen camlar ağlatır.
Bir kalorifer böceği gibi titrek ve endişeli, bir sığınak ararız geçmişimize.. bir liman, bir yatak, bir kefen gülücüklerimize. Üşüyen bakışlarımızı kimse görmesin isteriz. Ve Asaf'ın dediği gibi, 'Yalnız, hem bilgesi, hem delisidir kendinin'. Ve kölesi ve efendisi.


Yalanı yoktur, türküsü, tutkusu, martısı yoktur. Avuçlarında hüzün çamuruna şekil verir, ruh üfler Meryem'e inen kutsal ruh gibi. Vatansızdır, topraksızdır, yarsızdır, diyarsızdır, uçurtmasızdır.. ve yalnız olmayanlar bundan habersizdir. Sabahın serin rüzgarından başka tıklatılmayan kapısızdır.


Yalnızlık bir kamçı şaklayışı şakaklarımızda ve biz kalabalıklarda binlerce çift göz arasında bile yalnızız.. Hasta şairin parmakları arasına sıkıştırdığı ilkbahar yaprağını okşarken girdiği cinnet kuyusundan haykırdığı gibi; 'Tepesini delip de dünyanın içine konulsa dinamit, biz yine yalnız ölürüz..'..


Ve yalnız biri bekler bizi yaşamın kıyısında..


Siyahlara büründürdüğümüz hayallerimizde, o en sabırlı, en vakur, en olgun yalnız:

Ölüm meleği!

Ve yalnız diriliriz ötelerde!


(Gölge Işığın Çocuğudu-M.N.Hazar) 

Farid Farjad, kemanı ağlatan adamı, da hatırlamadan geçmek olmazdı böyle bir yazıdan sonra..Çok mu duygusalım bu aralar bilemedim ama paylaşmamak da olmazdı hani :)

11 Haziran 2011 Cumartesi

Yol arkadaşlığı



Her yolu denedim ama olmuyor artık..Her gidişin dönüşü vardı biliyorum ama bunun yok.Her hatanın diyetini ödedin belki ama ben diyet ödetmek için değil seni sevdiğim için senle beraberdim.
Belki düşerim, belki kalkamam bir daha..Belki bulamam senin gibi seveni, belki kimse senin kadar mutlu edemez beni..Belki yollar çıkmaza vurur senden sonra ama ben artık girdim bu yola..Ve bu yolda sen yoksun.Yanıma her zaman almam gerektiğini hissettiğim, her zaman kendi olmasa da fikirlerini,tavsiyelerini yanıma aldığım kız yok artık bu yolda…Belki onlarca kez söyledim ama gene söylüyorum ben artık bu son damlayı taşıyamadam..Ben artık  savruluyorum her saniye senden uzaklara..Gidiyorum artık uzak diyarlara.Vuslattım, gurbeti yaşıyorum artık senin gönlünde..
Sen zorlaştırdıkça ben kaçıyorum.Ben kaçtıkça aşkımız,sevgimiz ve en önemlisi birbirimize olan saygımız da kaçıyor bizden.
O zor günler geçti derken her doğan güneş yanında yeni sorunlar yükledi.Her dostun ikramı acı tat bıraktı dilimizde,her su veren yangınımızı daha arttırdı..
 Artık Kırık Bir Aşk Hikayesi olarak kalmalı bu ilişkinin adı..Artık bu ilişki burada bitmeli..Bu zamandan sonra bize her şey “la” ve her söz “eksik” ve her şiir “yetersiz” ve her sonuç “sebebsiz” ve her yol “uzun” ve her dönemeç “uçurum” ve her küçük sorun en şiddetli zelzele…
Biz sadık birer yol arkadaşıydık.İki dervişin yol arkadaşlığından ziyade, iki leyleğin göç arkadaşlığı gibiydik..Çok dağ,tepe,deniz gördük.Çok şehirden geçtik..Çok fırtına yolumuzu değiştirdi,çok hortum savurdu bizi..Yağmurda yağdı üstümüze, karda..Sıcak ülkelere ulaşamazsa leylek, ölür, bilirsin..Biz ölmedik ama sıcak ülkeye de ulaşamadık senle.. Ya da birer koltuk arkadaşıydık.Hani bazen uzun yolculuklarda yanındaki koltuk boştur ve merak edersin nasıl biri gelip oturacak diye.Hiç konuşmasan bile yol uzundur,mola için ister istemez ondan izin alman gerekir. Onun için merakını cezp eder ve sabırsızlıkla beklersin.Sonra gelir biri oturur..Bazen çevirir kafanı,cama yaslar ve uyursun..Bazen çok ilgini çeker kim olduğunu,ne iş yaptığını,nereden gelip nereye gittiğini sorarsın..Sonra o anlatır sen dinlersin.Sen anlatırsın o dinler..Ve sen sadece onun anlattığı kadarını bilirsin, o sana ne anlatsa ona inanırsın, ona dair daha fazlasını bilemezsin..
 İşte bizim yol arkadaşlığımızda böyleydi.Uzun bir otobüs yolculuğu,bir leylek göçü gibi.. Ve yol bitti.
  Yol arkadaşlığı sona erdi.

23 Mayıs 2011 Pazartesi

Ya Umutlarda Biterse


Yıllar önceydi bir Anadolu kasabasından geçerken bir evin bahçe duvarında okumuştum bu sözü “ya umutlarda biterse…”  Anadolu coğrafyasında hangi genç aşığın gönlünü kaptırdığa kıza askere giderken ki son çırpınışıydı, son sözüydü belki de.. Yanında başka yazılar da var mıydı bilmiyorum ama bu sözü hiç unutmadım.Belki yazan kişi bir şarkı sözünden almıştı, belki de bir şiirden, belki de bir filmden.

Cevabı alınmak için sorulmuş bir sorudan fazlasıydı bu cümle.Cevabı içinde gizli olan.Herkesin bildiği ama söylemek istemediği bir cevabı olan.Sonuna ulaşılmak üzere olan  bir yolculuğun, sonundaki istifhamdı.Yani sona geldiğinin resmiydi.Daha ilerisi olmayan duruma, son haddeye ulaşmıştı.Umutta da kaybolmuşsa daha ilerisi ne olmalıydı ki.

Daha ilerisi ya bir başlangıç, bir diriliş ve belki de yeni umutlar.Yada kayboluş, siliniş, nafile yok olma çabaları.Ama yok olamazsın ki, olmamalısın ki.Umutlar bitmez ta ki son nefeste dahi başka bir dünyaya atılan ilk adım varsa.Ama illa da tükeniyor denirse de tükenen her umut yerini yeni düşlere, yeni hülyalara bırakır.Belki farklı alanlara yöneltir ama yalnız koymaz adamı.Mesela aşktan tam umut sönmek üzereyken başka bir meşgalede bulur insan kendini.Farkına bile vardırmazken hayat yitip giden şeylerin,gerçek umudun bitişini de fark ettirmez.Çarpık duygularla beslenen ruhların son çırpınışlarının  adıysa şayet “umut”, bitmesinde da sakınca yoktur ayrıca.

 Umudun bittiği yer sondur lakin her defasında dünyanın sonu gördüğümüz durumların aslında hiç de öyle olmadığı tezini yıllar sonra anımsamak bile zor geliyorken ‘son’ denen şey  de bir yalandan ibarettir.Her defasında son sandığımız şeyin  aslında kitabın ortası olduğunu bile bile ayracı oradan alıp sayfaları karıştırmak manasızdır. Bitmişliğin edebiyatını yaparken aslında biz de biliriz ki bu ne ilk, ne de son bitiştir ..

Kaç defa bu kelimeler boğazımızda kalmıştır, kaç defa bu durumu yaşamışızdır.Belki de bu cümlelerde aynı cümlelerdir öncekilerle.Kelimelerin bile yerleri değişmemişken, söyleyiş tarzı bile yıllar öncekiyle aynıyken zamirlerin farklı olmasının ne önemi var.”Ben” zamiri yerinde dururken “o” zamirine yüklenen anlamın bir kez daha farklılaşması neyi değiştirir.Müziği değişmemişken sözler değişse ne anlam ifade eder ki…

                                            

19 Mayıs 2011 Perşembe

İranlı şair der ki: “Aşka uçma kanatların yanar.”
Mevlana der ki: “Aşka uçmadıktan sonra kanat neye yarar!”

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Eşim olma, Karım ol!


Bakma daha ilkel durduğuna sen, ruhu vardır kelimelerin. “Karı-koca” “eş”ten daha çok şey anlatır. Hatta belki bize unutulmuş bir şeyi söyler. Sahi, biliyor musun? Neden erkeğe “koca”, kadına da “onun karı” demiş eskiler? … Eşim değil, karım ol! Kedilerin eşi olur, terliklerin de… İnsanın eşi olmaz. Bir ömür eşlik... ediyor diye mi sevgiliye eş denir? Eşlik etmek yeter mi? Fazlasını beklemez mi insan yârinden? Kelimeleri yitirmeseydik anlardık belki, evlenecek erkeğe eskilerin neden ”koca” dediklerini. Çünkü “koca” bilge demektir, yüce demektir. Koca demek, dağ demektir. Ve ne kadar yüce olursa olsun, üstünde kar olmayan dağ eksiktir. Dağların yücesine kar yağar diye kadına da “kocanın karı” demişler. Bakma şimdi evlenenlerin “karı-koca” ilan edildiğine. “Koca ve onun karı” olmalıdır aslında. Yani yüce bir dağ olmalı adam. Kar gibi pak ve masum olmalı kadın. Örtmeli ve bir ömür, süsü olmalı dağın. Çünkü üşür tepesinde kar olmayan dağ, ne kadar yüce olursa olsun, yarım görünür… Eşim olma, karım ol! Bana benzemeye çalışma sakın. Bana benden lazım değil bir tane daha. Ama unutma ki sensiz yarımım. Her zaman söylemem, ama sen anla. Eşim olma, karım ol! Beni tamamla…



Hilal Çalışkan

(facebooktan bir paylaşımdan aldım)

30 Nisan 2011 Cumartesi

Bir akşam üstü...



Biz, binde bir karsimiza çikan sevgililik,dostluk, arkadaslik firsatlarini ne yapiyoruz??

Akşamüstünün bir saatinde yorgun gövdemizi yaslayıp mırıl mırıl konuşabileceğimiz, omuzumuza dolanan bir kolun, başımızı yaslayabileceğimiz bir omzun, belimizi kavrayacak bir elin, uzun yollara dayanıklı aşkların sahibi karşımıza çıktığında tanıyabiliyor muyuz onu, değerini biliyor,biricikliğini benzersizliğini anlayabiliyor muyuz?

Yoksa hayati sonsuz, firsatlari sayısız sanıp kendimizi hep ileride birgün karsilaşacağımızı sandığımız bir başkasına, bir yenisine ertelerken hayat yanımızdan geçip gidiyor mu? Karşımıza zamansız çıkmış insanları yolumuzun dışına sürerken birgün geri dönüp onu deliler gibi arayacağımızı hiç hesaba katıyor muyuz?

Hayat her zaman cömert davranmaz bize,tersine çoğu kez zalimdir, her zaman aynı firsatları sunmaz, toyluk zamanlarını ödetir.

Hoyratça kullandığımız arkadaşlıkların, eskitmeden yıprattığımız dostlukların, savurganca harcadığımız aşkların hazin hatırasıyla yapayalniz kalırız bir gün..

Bir akşamüstü yanımızda kimsecikler olmaz ya da olması gerekenler yanımızdakiler değildir. Yıldızların bizim için parladiğını göremeyen gözlerimiz, gün gelir hayatımızdan kayan yıldızların gömüldüğü maziye kilitlenir.

Kedilerin özel bir anını yakalamak gibidir, kendi hayatımızdaki olağanüstü anları olağanüstü kişileri yakalamak...Bazılarının gelecekte sandıkları "bir gün" gecmiste kalmistir oysa; hani su karşıdan karşıya geçerken,trafik ışıklarında rastladığımız, omuzumuzun üzerinden şöyle bir baktığımız sonra da boşverip
"nasıl olsa ileride bir gün tekrar karşıma çıkar" dediğinizdir...

Oysa o gün bu zalim şehri terk etmiştir, boşyere aranır durursunuz..

(Yazı bana ait değil, kime ait o konuda da bilgim yok ama yıllardan beri çok sevdiğim bir yazı)

15 Nisan 2011 Cuma

Neler Oldu??

Uzun uzadıya kurduğum cümlelerim oldu, deli dolu tatillerim sabahın ilk ışığından rahatsız olduğum gecelerim..sabahını beklediğim  akşamlarım oldu..yanlış kişiye gönderilmiş mesajlarım, yanlış anlaşılmış bakışlarım oldu.. “yeniden aynı duyguyu yaşıyorum ..hayır geliyor!dur yapma” demeye fırsatım olmadan daldığım aşklarım oldu  benim..daha ilkinde “bu kez son…” gibi saçmalıklarım oldu..kimsenin anlamadığı belki kendime de anlatamadığım  çıkışlarım oldu hiç olmadık yerde.. bu şarkı burada bitmez deyip inatlaşmalarım oldu..kaç şarkıyı yarıda kesip, kaç şarkıyı yeniden başa sarıp durduğum günlerim oldu..durgunluğum,dinginliğim, çocuk masumiyetiyle kenara çekilmelerim oldu..davalarım oldu ne olduğunu benimde bilmediğim..hiç bilmeden hiç anlamadan peşinden gittiğim temiz Anadolu coğrafyasını kirleten ideolojilerim oldu..yüce değerlerim oldu hiç uygulama fırsatı bulamadığım..kabullenemediklerim oldu kabule şayan olsalar da..bir farkım oldu diğerlerinden, fark etmesem de.. çapımı görmeme engel olan çapsız prensiplerim oldu..bu işin sonu nerde biter deyip durduğum kara günlerim oldu..hiç anlamasam da sevinmem gerektiğini hissettiğim anlar oldu..bildiklerim oldu bilmediklerim oldu..ama hep durmadan peşinden koştuğum bilinmeyenlerim oldu..kimseyle anlaşamayan bir karakterim oldu..anlaşılamayan bir “ ben” oldu.. kaybettiklerim oldu kazandıklarım oldu..kazandıklarımın farkına varmayıp yeniden kaybettiklerim oldu..ve daha neler neler oldu ah bir bilsen….

23 Mart 2011 Çarşamba

merhaba

Islak, boğuk bir Kayseri sabahı.Yağmurun yağacağım ama yağmayabilirim de gibisinden hafif hafif çiselemesi .İnsanların acaba yağar mı!! Montumu mu giysem yoksa şemsiyeyi mi alsam gibisinden tedirginlikleri..Bense günümün yarısını uykuya vermiş, uyku mahmuru, salaş, uzun süredir aç duran midenin kusuru olan ağız kokusuyla, apartmanın 12.katında bulunan dairenin penceresinden Kayseri’ye bakan serkeş..Uzun süredir tekrar edilen şeylerin insanlara verdiği bıkkınlık hissi her yaptığım yada yapmaya çalıştığım uğraşta kendini gösteriyor..Ve bu Kayseri sabahı tüm bunları biraz daha tetikliyor..Yataktan kalkmalı mıyım yada günümün diğer yarısını da bu yatağa gömmeli miyim?Zor bir tercih.
  Bugün Salı..Salı nın bu bu okul döneminde benim için ayrı bir yeri var.Niye mi?Çünkü bugün dersim yok ve hafta içi dersin olmadığı yada olup da dersi asmanın insanın içinde (kimisinde çok derinlerde de olsa) vicdan azabı bırakmadığı bir gün.Ama bugünden başladı yarının tedirginliği..Yarın ne mi var..Yarın Yusuf Ş. var.Behzat Ç. gibi bir şey değil bu yanlış anlamayın.Aslında bana kalsa şöyle değiştirirdim.Yusuf ...Ç.Bana takmış bir hoca.Aslında önceleri ben ona takardım ama artık o bana takıyo..Elim sende oyunu gibi bir şey yani anlayacağınız. Üniversitede aslında bunlar normal şeyler ama bizim üniversite normal değil ki normal olan şeyleri normalmiş gibi karşılayalım.Neyse bu konu başka zamana.Zaten konunun  yarısını sabah ( yani okul olmayan günlerde sabah ama okulun olduğu günlerde öğlen olan zaman dilimi) diğer yarısını da gece yazmamdan dolayı konuyu uzatacak mecalim kalmadı.
Tüm bu düşüncelerle gece saatin 00:37 olduğunu görmek insana müthiş bir moral bozukluğu bırakıyor ayrıca.Koskoca günün hiçbir kayda değer düşünceden ve eylemden benim adıma yoksunluğu..Ne kadar acı, ne feci elem..Ama bu elemi dindirecek tek teselli: Merhaba, tanıştığımıza memnun oldum Blog’um.. :)

21 Mart 2011 Pazartesi

mezuniyet yazısı


Bir sınava girersiniz fark etmez lgs sbs oks…kazanırsınız ve memleketinizden köyünüzden şehrinizden hiç tanımadığınız bir şehrin hiç tanımadığınız bir ilçesine kalkar gelirsiniz.Erciyesin eteğinde bir okula..maraştan malatyadan mersinden..doğudan batıdan gelmiş bi sürü insan..aynı ortamda sabah akşam…

İlk zamanlar çok zor olur..bin pişmanlık, keşke kazanmasaydım türünden laflar..baba benim naklimi al,anne ben okumak istemiyorum cümleleri ilk bir ay telefon görüşmelerinizin vazgeçilmezidir..gece gizli   gizli ağlayanlar.kıyıda köşede içi çekenler.okulun duvarına oturup ufku seyredenler...ardından alışırsınız usul usul..araya bayram tatili girer .memleketin havasını solur dönersiniz, gene aynı..bu böyle sürer gider..her tatil dönüşü bir iki gün; aileden devlet yurduna gelişin soğuk yüzünü hissedersiniz..

 Bir de bayram tatili, şubat tatili, yılbaşı tatili izinleri vardır..iki gün önceden izin alıp eve gitmek için müdür kapısını aşındırır durusunuz.hocam nenem öldü annem hasta ; belki bin türlü pembe yalan....kimi izin alır, kimi alamaz. ama bu yalanlar sizi ustalaştırır zamanla, izin konusunda .her tatilin geleneğidir bu develi imkb de..

      İlk iki sene  okuldan eve gitmek için mızmızlanır durursunuz , ardından diğer iki sene isyan belirtileri gösterirsiniz.Artık rahat durmamaya başlarsınız.Okul idaresi muslukları altından yapsa, size yaranamaz.
     Hep şikayet hep şikayet fakat hiç bitmeyecek sandığınız bu okul bir bakmışınız bitmiştir ve siz şu kapıdan çıkıyorsunuzdur..İşte o gün anlarsınız buranın kıymetini..hani derler ya zaman olur hayali cihana değer..Hayaliyle avunursunuz artık bu okulun..Geride ne kadar kıymetli ne kadar önemli dostlar ve hatıralar bıraktığınızı görürsünüz..ve şunun farkına varırsınız.. siz bu ülkenin bürokratı avukatı hakimi kaymakamı arasında 4 yıl geçirmişsinizdir..ve ömrünüzün sonuna kadar unutamayacağınız dostlarınız ve hocalarınız olmuştur..dönmek istersiniz lakin dönemezsiniz.

Bir okuldan fazlasıdır  develi öğretmen lisesi..develi aöl bir ailedir.. bir hayat okuludur. Anadan babadan memleketten ilk ayrılış ilk kopuş ilk pişmenin sıcaklığıdır.ve siz, bu sıcaklığı, bu okuldan mezun olmadıkça ANLAYAMAZSINIZ
(Bu yazı okulda yaptığım şu linkteki konuşmanın metnidir.)