15 Haziran 2011 Çarşamba

Yalnızlık bir kamçı şaklayışı şakaklarımızda ve biz kalabalıklarda binlerce çift göz arasında bile yalnızız..




Marazi şairin parmakları arasına sıkıştırdığı ilkbahar yaprağını okşarken girdiği cinnet mustatilinden haykırdığı gibi; 'Tepesini delip de dünyanın içine konulsa dinamit, biz yine yalnız ölürüz..'


Ve yalnız yürürüz boş sahillerde...


Ana rahminden başlar kimsesizliğimiz ve kalabalıklarda yüzlerce kahkaha arasında bile sessizdir çığlığımız. Şiir ile yıkarız yalın ruhumuzu, dimağlarımıza kimsesizliğin hüznü yağar ak ak. Atlastan elbiseler içinde kıtalara hükmeden kralın yalnızlığı hüzünlendirir saray soytarılarını ve biz en çok yalnızlık öyküleriyle duygulanırız..


Genç Werter'in şakağına dayadığı piştol, evli Emma'nin dudaklarındaki arsenik koparır mı yalnızlıkla arasındaki göbek kordonunu?




Hep kimsesizler takılır içinden güvercin fışkıran kuyu bakışlarımıza.. Hep çıkışsızların portresi yer tutar belleklerimizde.. Siliksizleşme, kimliksizleşme sarsar bizi farkına varmadan ve biz bilmeden geceyi yalnızlıkla örtüştürür, karanlığı sereriz yalnızlığımızın üstüne.




Korkutur bazen bizi..




Müziksiz, portresiz, manzarasız, çerçevesiz kalırız. Yapayalnızlık budur belki de. Dinleyecek müziği, bakacak bir yüzü, efkarlanacak sonbaharı yoktur gözlerimizin.. Islıktır yalnızlığın müziği, geceye, mezartaşlarına ve boşluğa çalınan ıslık. Ufkun üzerinden başları göğe değen atlıların geçtiği denizle birleştiği yerde, suya gömülen bordo güneşlerden başka manzaramız yoktur. Yağmur bizi ıslatmaz, kar heyecanlandırmaz, rüzgar uçurmaz saçaklarımızı.


Gün ortasında yanık unutulmuş bir sokak lambası gibiyizdir.. Kurumuş gözyaşının lekelediği rujlu bir genç kız mendili gibi gizliyizdir mazinin tozlu çekmecesinde. Trende unutulmuş, pörsümüş bir gazete parşömeni. Haykırışlarımız içimize yönelmiştir, mektuplarımızın alıcısı yine biziz. Ve biz, kendimize postaladığımız her zarfı, açıp açıp tekrar okuruz. Okudukça yalnızlaşır, yalnızlaştıkça tekrar okur ve tekrar yazarız..


Şair neden kızmış ki şemsiye yapanlara? Niye tek kişilik olur şemsiyeler? Yağmurdan kaçmak ihanetin kendisiyken, toplu ihanetler için sığınaklar yapılmamasını kınamak dokunmaz mı şairin ruhuna?


Yağmur en çok yalnızları ıslatmaz ki..


Yağmur yalnızlarındır, yağmur yalnızlıktır, kimsesizlik.. Ve her damlayı indiren melek, tekrar geri dönmez toprağa! Horozlar da bizim için çekmez güneşin çıkrığını.. Yatakların ortasındaki ılık çukurlar bizim için değildir. Bazen epikleştiririz içine rüzgar dolmayan duygularımızı.. Hoyrat bir nefesin sürüklediği günbatımına giderken bedenimiz, biz tiradlar yakarız kimsesizliğe dair. Aynaların dostluğunu da reddeder bir süre sonra ve şair bir cana hasret, konuşurken aynalarla bilemez üst katındaki yapayalnızlığı.


Titrek bir mum alevi gibidir yalnız ruhumuz.. Gölgeleri devleştirir, insanları cüce.. ve biz içimizde annemizin dizi, başımızı rahim kokan kucaklara dayarız.. Mecnun'un en mutlu anını tasarlarız sonra. Çöl müdür sevgili, tepesinde yıldızların sönükleştiği leyla mı? Öykü neden biter tenine dokununca sevgilinin? Tarih neden kapatır sayfalarını kavuşmaya?


Dokunduğumuz omuzlar yabancıdır artık, yanaklarımızı ıslatan tuzlu yaşlar tatsızdır. Okşadığımız saçlar aynadan kendi omuzlarımıza düşer. Okumayı öğreniriz rüzgarın dilini. Sır vermez oysa kalabalıkken ruhumuz. Bir avuç bulut koparırken göklerden aşıklar, bize hüzün besteler mavi sular. Süpürülen sonbahar yaprakları batar kalbimize, nefeslerin buharlaştırdığı silinen camlar ağlatır.
Bir kalorifer böceği gibi titrek ve endişeli, bir sığınak ararız geçmişimize.. bir liman, bir yatak, bir kefen gülücüklerimize. Üşüyen bakışlarımızı kimse görmesin isteriz. Ve Asaf'ın dediği gibi, 'Yalnız, hem bilgesi, hem delisidir kendinin'. Ve kölesi ve efendisi.


Yalanı yoktur, türküsü, tutkusu, martısı yoktur. Avuçlarında hüzün çamuruna şekil verir, ruh üfler Meryem'e inen kutsal ruh gibi. Vatansızdır, topraksızdır, yarsızdır, diyarsızdır, uçurtmasızdır.. ve yalnız olmayanlar bundan habersizdir. Sabahın serin rüzgarından başka tıklatılmayan kapısızdır.


Yalnızlık bir kamçı şaklayışı şakaklarımızda ve biz kalabalıklarda binlerce çift göz arasında bile yalnızız.. Hasta şairin parmakları arasına sıkıştırdığı ilkbahar yaprağını okşarken girdiği cinnet kuyusundan haykırdığı gibi; 'Tepesini delip de dünyanın içine konulsa dinamit, biz yine yalnız ölürüz..'..


Ve yalnız biri bekler bizi yaşamın kıyısında..


Siyahlara büründürdüğümüz hayallerimizde, o en sabırlı, en vakur, en olgun yalnız:

Ölüm meleği!

Ve yalnız diriliriz ötelerde!


(Gölge Işığın Çocuğudu-M.N.Hazar) 

Farid Farjad, kemanı ağlatan adamı, da hatırlamadan geçmek olmazdı böyle bir yazıdan sonra..Çok mu duygusalım bu aralar bilemedim ama paylaşmamak da olmazdı hani :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder